TANRIDAĞI’NDAKİ ADAM!

 Istanbul, 12 Ocak 1905 – Istanbul, 11 Aralık 1975

          Tanıdağı, 11 Aralık 1975 – Tanrıdağı, ∞…..

KÖMEN

Analım Tunga Er efsanesini;

Duyalım geçmişin erkek sesini.

Bürüyüp Tanrıdağ’ın çevresini

Yine Gök Türk olalım… El kuralım.

Ötüken-Yış durak olsun da bize

Yürüsün ordular ordan denize

Çinli baç vermese, gelmezse dize

Kağanın buyruğu vardır: Vuralım.

Anlatılmaz, yüce bir erdem olan

Bu akınlarda bulunmaz yorulan.

Günü geldikçe de bizden sorulan

Kan ve can vergisi olsun… Verelim!

Ülkü uğrunda gönüller delidir.

Kişiler ülkü için ölmelidir.

Tanrı’nın insana değmiş elidir

Şu ölüm adlı güzel şey… Saralım.

Hiç düşündün mü niçindir yaşamak?

Bir görev yapmak içindir yaşamak.

Er kişiysen görevin neyse, başar.

Zevke, eğlenceye hayvan da koşar.

Görüyorsun nice hayvan yığını

Ki yapar sadece hayvanlığını.

Fakat onlar bile kendince yine

Tükürürler Kadeş’in itlerine.

O nasıl olmalı bir ruhu ölü,

Ya da bir canlı, fakat kahpe dölü

Ki sanır durduğu yer it inidir.

Oysa bir şanlı şehitler sinidir.

O fuhuş uzmanı cikletli dişi.

Dişinin en kötü, en kösnemişi,

Kaplamış ruhunu çirkef yosunu,

Hiç umursar mı şehit ordusunu?

Var mıdır onca tvistin ötesi?

Adı üstünde: Köpek sosyetesi!

Yok sayıp sen de bu ruhsuz sürüyü

Kılavuz yap ebedî gök börüyü.

Çıkarıp Ergene-Kon’dan ulusu

Türk’ü kılsın yine dünya ulusu.

İzleyip gök börünün gölgesini

Gezelim gel o kömen ülkesini.

Gönlümün özlemi yerdir orası,

Gürler ufkunda yiğitlik borası.

Orda erdem gözükür, başkası çıkmaz alana.

Kapanıktır kapılar her kovu, her bir yalana.

Orda erler: Kimi arslan, kimi parsın eşidir.

Orda kızlar: Güneşin kendi, ayın onbeşidir.

Uğramaz ufkuna asla o yerin yüz karası;

Orda yoktur ne siyaset, ne fikir maskarası.

Yaşamaz öyle bir ortamda küçüklük, kötülük;

Bir alaydan daha üstün savaşır orda bölük!

Sungurun uçtuğu yerlerde barınmaz yarasa;

Ve bütün dirliğin üstünde yürür sade yasa…

Bir düşün başların üstünde kağanlık tuğunu,

Ruh duyar orda ölürken bile Türk olduğunu;

Ölümün zevkini bir süs gibi gönlünde taşır.

Dirilerden daha çok orda şehitler dolaşır.

Bu şehit ordusu varken kuramaz kimse pusu,

Yurt için kan dökülür orda denizler dolusu…

Günümüzden, düşünüp birçok asırlar geriyi

Analım bin kere ölmüş o ölümsüz çeriyi:

Ebedî yiğit!

Adı yok şehit!

Kefenin: Vatan…

Tabutun: Cihan…

Düşünüp övün,

Yaşıyor ünün.

Damarında kan

Bir alev midir?

Yaşaman: Roman;

Ölümün: Şiir.

Sana yok ne taş,

Ne de bir mezar.

Bu hayat: Savaş!

Ebedî uzar.

Eşit olduğun

Şu güneş: Tuğun.

Tabutun: Vatan,

Mezarın: Cihan.

Adı yok yiğit!

Ebedî şehit!..

 

 

Onu anmakla görür Türk soyu gökçek kömeni:

Doludizgin yarışan Tanrıkut’un dört tümeni…

Bin asır geçse de raslanmaz onun bir eşine,

Buyruk aldım diye ok fırlatıyor evdeşine…

Bidev atlarla kılıp her yo!u bir günde yarı

­Yıldırımlar gibi dağlardan aşan orduları…

Saygı olsun bu çelik atlıların gök tuğuna,

Tuğu kaldırmış olan orduların başbuğuna…

O nasıl bir yürüyüştür, ne yiğitler katarı!

Kun’u, Gök Türk’ü, Oğuz-Uygur`u, Kırgız, Tatar’ı..

O batırlar ki basıp bağra kucaklar ölümü.

Özgelerden sakınıp kendine saklar ölümü.

Her zaman öyle ağırdır ki yiğitlik kefesi,

Kahramanlar gibi ölmek o günün felsefesi…

Onların sanki başak canları… Durmaz, biçilir…

Toprağın içkisidir kanları, al al içilir.

Târihin bir olağanüstü ve şahane işi

Kür Şad’ın, Kül Tegin’in, Çağrı Beğ’in ok çekişi…

TANRIDAĞI’NDAKİ ADAM

                       2 Şubat 1964