OK ve OKÇULUK

GENEL BİLGİLER

Ok Türk’ler
tarafından i’câd edilmiştir. Daha önceki devirler hakkında bir bilgimiz
olmadığı için ok ve okçuluğun en parlak zamânının Osmanlı’lar devrine
rastladığını söyleyebiliriz.

Ok ile ilgili Hazret-i
Muhammed’e atfedilen 40 hadîs, Sultan İkinci Mahmud zamânında Eyüp Câmi’i imâmı
Abdullah Efendi tarafından tefsîr ve tercüme edilerek pâdişâha sunulmuştur.

İslâmiyet’in ilk
zamanlarında Arap oklarının mesâfesi bugünkü ölçülerle 500 metreyi geçmiyordu.
Osmanlı’ların elinde ok 845.5 metreye kadar fırlatılmıştır. 

ÜNLÜ OKÇULAR

Osmanlı’lardan
önceki dönemlerde yetişen Türk Okçuları hakkında elimizde maalesef bir kayıt
yoktur. Bundan ötürü yalnız Osmanlı’lar döneminde yetişmiş ok pehlivanlarının
adları zamânımıza ulaşmıştır. Bu pehlivanların lâkab ve adları şöyledir:

Deve Kemâl 

Solak
Havandelen 

Bursa’lı
Şûcâ 

Tozkopan iskender
(Okmeydanı’nda bugüne kadar geçilemeyen iki menzilden biri olan 1281,5 gez [*1]
mesâfeli menzilinin sâhibi…)

Gürz sinân 

Benli karagöz

Mîra’lem Ahmed
Ağa (Ahmed Paşa, Kemankeş Ahmed Beğ, Kaptân-ı deryâ Ahmed Paşa… Okmeydanı’nda
bugüne kadar geçilemeyen iki menzilden biri olan 1279,5 gez mesâfeli Güneydoğu
menzilinin sâhibi…)

Yahyâ Ağa

Arabacı Mahmûd

Lenduhâ Câfer

Çullu Ferrûh

Zehgîrci Kâsım

Kuburcu Hüsrev

Kosta Hüseyin

Güre Tosun

Araboğlu İbrâhim

Lokumcu Solak Ali

Sığırcı Kâsım

Parpul Hüseyin
Efendi

Kör Kâmil

Üfürükçü Ece

Usta Karaca

Yatmazağaçoğlu
Bâlî Beğ

Kemhâcı Dîvâne
Kâsım

TAŞ DİKEN PÂDİŞÂHLAR

Üçüncü Selîm
(1012 gez)

Sultân İkinci
Mahmud (1225 gez… Pâdişâh atışlarının en uzun mesâfelisi…)

ÜNLÜ TAŞLAR

Okmeydanı’nda
15inci yüzyıldan bu yana en uzun gezli taşlar şunlardır:

1.        1251,5 gez mesâfeli Bursa’lı Şûcâ menzili

2.       1279,5 gez mesâfeli Tozkoparan İskender menzili

3.       1271,5 gez mesâfeli (lodos menzilli) Kaptan Ahmed Paşa menzili

4.       1281.5 gez mesâfeli (gündoğusu menzilli) Tozkoparan İskender menzili

* * *

YAY

Yayların boyu 11-12 tutam [*2] dır.

Yay birinci, orta, ikinci boy olmak üzere üç boy olur.

Umûmîyetle dört parçadır: Ağaç, tutkal, sinir, kemik.

En büyük yay 115, en hafif yay da 95 dirhem [*3] den fazla veyâ noksan olmamalıdır.

Yapılışı güç ve büyük bir dikkat isteyen yay hassâsîyetini asırlarca muhâfaza edebilir.

Bâzı kuvvetli pehlivanlar 115 dirhemden daha ağır yaylar kullanmışlardır. Bursa’lı Şûcâ yıldız menzili taşını 107, Tozkoparan İskender Edirne’deki menzil taşını 130 dirhemlik yaylarla yapmışlardır.

Osmanlı’larda Muhiddin, Süleymân, Usta Pervâne, Büyük ibrâhim, Yahyâ, Mehmed isimlerindeki ustalar Osmanlı yaylarına zerâfet, estetik ve balistik mezîyetler vermişlerdir.

Yay Ağacı

En iyi yay ağacı Gerede’de yetişen Akça ağaçtır. Tutkalı çok fazla emerler. Bu karaağaçların ihtiyâr gövdeleri kesilir, kökten çıkan sürgünler iki bilek kalınlığında olunca yerden 25 santim kadar yukarıdan 13-14 tutam kesilir. Ortadan eşit olarak iki kısma ayrılır. Bir kazandaki soğuk suda üç gün bekletilir. Üç günden sonra kazanın altına ateş yakılarak kaynatılır. Bu kaynama süresi de üç gündür. Sonra ağaçlar çıkarılır. Talaş alevine tutulur. Biraz suyunu çektikten sonra tutkala yatırılır. Ağacın tutkalı iyice emmesi beklenir.

Bu işlemden sonra ağaç, kalın tahtalara oyulmuş, iki ucu içine kıvrık kalıplara sıkıştırılır ve urganlarla bağlanır. Asıl i’mâl devri kalıptan çıkarıldıktan sonra başlar.
Kurulduktan sonra dış tarafa gelecek kısmına sinir yapıştırılır.

Yay ağacı 10 yıl bekletildikten sonra işlemeye alınır.

Tutkal

Tutkal yay ağacına elastıkîyet veren bir maddedir. Yayın en mühim maddesini teşkîl eden tutkal, çok titiz hazırlanan bir maddedir. Yay tutkalları bilhassa Gelibolu
civârındaki Çakal (Çokal) köyünde yapılır ve bu isimle anılır.

Sinir

En iyi sinir için, Trakya’da yetişen inek ve öküzlerin ayak bileklerinden diz kapaklarına kadar olan sinirler bir araya toplanır, yıkanır, kurutulur, kaynatılır ve
eritilir. Bu erime sinirlerin lif lif ayrılmasını te’mîn eder, Sinir, yayın kurulduktan sonra dış tarafına gelen kısmına i’tinâ ile döşenir.

Bu hesâblar öylesine incedir ki, meselâ puta yaylarına öküz siniri, menzil yaylarına inek siniri döşenir. Bu işlem yaya müthiş bir elastikîyet verir.

Kemik (Boynuz)

Yay kemiği tâbîr edilen boynuz bilhassa mandaların boynuzlarının dış kenarından yapılır. Boynuzun en sert yerleri de kenarlarıdır. Menemen yöresinde yetişen uzun boynuzlu genç öküzlerin boynuzları makbûldür. Boynuzların dış kenarları kökten uca kadar bir kapak hâlinde kesilir. Kazanda kaynatılır. Sonra çam alevinde
yumuşatılır ve düzeltilir. Dar tahta kalıplara sıkıştırıldıktan sonra kurutulur, yay tahtasına Çakal tutkalı ile yapıştırılır, üzeri raspa edilir.

Çelik

Kabzanın tam orta kısmına isâbet eden ve iki boynuzun arasında kalan iki milimlik aralığa beyaz bir kemik yerleştirilir ki buna da çelik denir.

Çile

Çile, yayın iki ucuna takılan ve oku fırlatmaya yarayan bir kaytandır. Harp yaylarında çile yerine koyun ve keçi gibi hayvanların bağırsaklarından yapılan gâyet kuvvetli bir ip kullanılır. Çile saf ipektir. Günlerce kaynatıldıktan sonra gölge yerde kurutulmaya bırakılır. Sonra bükülerek ip hâline getirilir. Çile yalnız yarışma
yaylarına takılır.

Özel bilgiler

Yaylar i’mâl
edilirken meşhûr ustalar ağaç yağlanmasın diye yağlı yemek, kuru fasulye
yemezler, yayı odun veyâ kömür dumanından bucak bucak saklarlar. Bundan sonra
eğer süslenecekse yayın dış kenarına altın yaldızlarla resimler yapılır, çile
takılacak yer açılır, cilâsı tamamlandıktan sonra yay i’mâli tamamlanmış olur.

Tılsım

Türk yayları ile
Avrupa yayları arasında ilk bakışta dikkati pek çekmeyen fakat bilhassa uzun
mesâfe atışlarında çok lüzûmlu olan bir özellik vardır. Türk yaylarında kabza
çıkıntısı dışa doğrudur. Beden kısmının kasan gezine yakın olan taraflarında
hissedilir bir kalınlık vardır. Tanguç (tonguç) başlığı denilen kısım ise bir ayın
iki ucu gibi muntazam kıvrılmaz ve içeri doğru eğiktir. Bu iki özellik yüzlerce
yıllık denemelerden sonra elde edilmiştir.

Yayın da kılıç
gibi incelik ve tılsımları Avrupa’lar tarafından bir türlü keşfedilememiştir.

Yayın Kurulması

Yay kurulmadan
önce uçları içe kapanıktır. Okçu bu uçları tutup kabza kısmını dizine dayar,
iki ucu tersine kıvıra kıvıra birbirlerine yaklaştırır ve kirişi takar.
Atışlardan sonra yay boşaltılır yâni kiriş çıkartılır. Yay da kurulmadan önceki
hâlini alır. Yay rutûbetsiz bir ortamda duvara asılarak korunur. Yarışma
yaylarının uçları halkadan yeni çözülmüş yaylar gibi içeriye fazlaca kıvrık
değildir.

* * *

OK

Çubuklar

Türk’ler oku çam ağacından yaparlar. Çamın her cinsiyle ok yapılmaz. Osmanlı’lar uzun yılların
tecrübelerinden geçtikten sonra Kaz Dağları’nın bir kaç bölgesindeki çamların
ok yapımına en uygun ağaçlar verdiğini görmüşlerdir. Bayramıç’taki Çavuşlu köyü
ve çevresindeki 20 küsûr köy, ok çamı kesmek sûretiyle geçimlerini
sağlamışlardır. Çamların bilhassa saz telli, kaya telli, koğaz ve peltek denen
cinsleri ok için en uygun olanlarıdır. Her yıl sonbaharda çamların suyu hafif
çekildiğinde bilek kalınlığındaki sürgünler, yerden 25-30 cm. yukarıdan 125-150
cm. uzunluğunda, budaksız olmak şartıyla kesilir. Kalınlıklarına göre iki veyâ
dört kısma ayrılır. Keskin bıçaklarla düzeltilerek rutûbetsiz bir odada üç ay
bırakılır. Daha sonra 20-25˚’lik odalara konur. Sararıncaya kadar bu
harârette bekletilir. Ok çubukları bu harârette çok bekletilirse esneme
kâbilîyetini kaybeder. Çubuklar bu süre içinde yağını vermiş ve tamâmiyle
kurumuş olur. Bundan sonra 15-16˚’lik bir sıcaklık içinde üç yıl ilâ beş
yıl bekletilir. Ancak bu süre sonunda çubuklar ustaların ellerine geçer ve
kullanılacakları işe göre kısım kısım ayrılırlar. Ağaçların bu zamânına tav
zamânı denir. Harp okları başka, tâlîm okları başka, yarış okları başka olur.

Oklar vazîfelerine göre adlandırılırlar. Muhârebe okları, hedef okları, uzun mesâfe
okları gibi… Ayrıca bunların da çeşitli tipleri ve adları vardır.

Okların en hafifi 2 dirhem 1 çekirdek [*4] olanıdır.

Oklar boyları ne olursa olsun 24 derece diye bir nisbet üzerinden kabûl edilir. Baş taraftan 4
derecesi boğaz, ondan sonra gelen 7 derecesi göbek, ondan sonraki 6 derecesi
şalvar, son kalan 7 derecelik parçaya da ayak denir.

Yelek

Okların üzerine kuğu, kerkenes, karabatak ve tavşancıl kuşlarının tüyleri yelek olarak
yapıştırılır. Yelek okun dengesini ve havayı yarmadaki kolaylığını sağlar.
Tımarlanmış ceylân derisi de yelek olarak kullanılabilinir. Daha çok yaşlı
karabatak kuşlarının tüyleri makbûldür. Ebuş denilen ok cinsine balıkçıl
kuşunun tüyleri helezônî olarak sarılır. Tüylü oklar diğerlerine göre daha
pahâlı ve makbûldür.

Başak (Temren)

Okun ucuna konulan sivri demire başak veyâ temren (temürgen) adı verilir [*5]. Acem’ler
buna peykân derler.

Sesli Oklar

Yarışmalarda kullanılan kılavuz oklar havada seyrederlerken ses çıkartırlar. Bu ses okun yelek kısmına yakın açılan bir delikten geçen hava ile oluşur. Sesli okun mu’cidi Büyük Türk Kağanı Tanrıkut Mete’dir [*6].

Ok ağacını 5 yıl bekletilip sonra işlemeye alınır.

Ok da kılıç gibi mukaddes sayılır, üzerine yemîn edilir.

* * *

OK ATIŞINDA USÛL

 Ok atmada bacakların gövdenin ve kolların duruşu çok önemlidir.

 

Ok atışında, yay kabzası
üzerine sarılan hafif tutkallı bir bezin yaptığı çıkıntı, sol elin
başparmağının etli kısmından sonra gelen avuç içi çukurluğuna oturtulur. Kabza
hava sızmayacak şekilde kavranır. Önce alttan iki parmak kabzaya dolanır, sonra
orta parmak bez çıkıntısının üstüne çekilir. Şahâdet parmağı orta parmağın
üstüne kıvrılır, başparmak da orta parmağın kabzaya sıkı sıkı sarılmasını
sağlar.

 

 

 

Kabzayı kavrayan sol el bileği düz durmalıdır. Yayı tutan sol el tam burun, kirişi çeken sağ el
de tam kulak hizâsında olmalıdır. Ayrıca kabzayı kavrayan sol elin ortasından
kirişi tutan sağ elin dirseğine kadar olan mesâfe düz bir hat üzerinde
bulunmalıdır. Sağ kolun omuzdan yukarı veyâ aşağı kayması hem nişân almaya hem
de mesâfenin uzun veya kısalığına te’sîr eder.

OK YARIŞMALARI VE KÂİDELERİ

Ok atmaya yeni başlayan istîdâtlı kimselere boy, kol, pazu kuvvetine göre yaylar ve oklar
verilir. İlk bakışta pek kolay görülen ok atma aslında güç ve devâmlı ekzersiz
isteyen bir iştir.

İstîdât ve kâbilîyetli olup da yarışmalara girmesine izin verilen genç okçuların ellerine
yay ve ok almalarına müsâade edilir. Buna icâzet denir. Bir genç tîrendâz
beşyüz metreye kadar ok atabilmelidir. Okçular kategori olarak beş sınıfa
ayrılırlar: 500 cüler, 700 cüler, 900 cüler, 1000 ciler, ve 1100 cüler. 500
metre mesâfeye atabilenler meydana kabûl edilirler. 700 ve 900 gezi aştıktan
sonra o okçuya meydan şeyhleri tarafından kabza verilir ve yarışlara girme
hakkı tanınmış olur. Bu barajın aşılmış olması meydan hakem ve şeyhlerinin şâhitlikleri
ve yeminleriyle tasdîk edilir. Bu yeni okçu için parlak bir tören yapılır,
meydan şeyhlerinin hazır bulundukları bir yarışma düzenlenir, hürmet olsun diye
önce şeyh ve eski taşçılara ok attırılır, sonra duâlar yapılarak genç okçuya
başarı dilenir, o da ok ve yayını öperek başına koyduktan sonra atışa başlar.
1000 ciler yarışmalarda 9 ok, 1100 cüler ise 11 ok atmak hakkına sâhiptirler.

Taş; Diğer Bilgiler…

Bir okçu atış yaptığı yere bir taş diker. Buna ayak taşı denir. Okun düştüğü yere dikilen taşa
da ana taş adı verilir. Okçu ile hedef arasındaki düz hattın sağ tarafına
sancak, sol tarafına kabza denir. Ok hedeften 30 adım sağa veyâ sola düşerse
karavana atılmış sayılır. Kılavuz oklar ses çıkaran oklar olup, havacılara
(hakem) düştükleri yeri bu sesle belli ederler. Hedefi aşan okçulara “ok
kaçırdı” denir. Ok sporunda havacılık çok tehlikeli bir meslektir. Hedefin
veyâ menzilin hemen etrâfında bulunan havacılara ok saplandığı görülmüş
hâdiselerdendir.

Yaylar kurulduktan sonra meydan görevlilerinden biri yüksek sesle hakemlere bağırarak
“Hava eyle” der. Havacılar da tülbentlere sarılmış küçük taşları
havaya atar ve yerlerini belli ederler. Okçular o yöne yönelir, oklarını
atarlar. Okun toprağa saplanışını havacılar iki diz üstüne çöküp kulaklarını toprağa
dayayarak anlarlar.

Toplu hedef atışlarında okçular iki takım hâlinde kümeleşirler. Hangi takımın önce atacağı
kur’a ile belirlenir.

Yeni Taş Dikme

Uzun mesâfe atışlarında, yeni taş diken bir okçu çıkarsa, o okçu için büyük bir tören yapılır.
Eğer pâdişâh meşgûl değilse akşam saray sofrasına dâvet edilir. Yeni taşın
tesbît edilmesi için okun düştüğü yer havacılar tarafından gösterilir. Dört
meydan şeyhi ve yarışmada hazır bulunan ihtiyâr taşçılar hep birlikte oraya
gider, gözleriyle görür, tekbîr ve duâlarla oku topraktan çıkarır, Fâtihâ’lar
okurlar, üç İhlâs-ı Şerîf bağışlarlar. Bu duâlar ölmüş taşçıların rûhlarına
ithâf edilir. Yeni taş diken okçu da sağ elini yayın kabzası üzerine kor,
tekbîrler bittikten sonra Fâtihâ okunurken, hey’ette bulunanlar, ellerini
okçunun elleri üzerine koyarak yeni taşı tasdîk ederler. Yere saplanan ok
genellikle o okçuyu yetiştiren hoca tarafından topraktan çekilir, etekle
silinir ve okçuya verilir. Hoca yoksa meydandaki en eski taşçı bu işi yapar ve “mübârek
ola” diyerek oku sâhibine verir. Meydan töreni bu kadardır. Ancak yeni
taşçı o gün meydanda bulunan okçulara ve meydan şeyhlerine bir ziyâfet
borçlanır. Bu ziyâfet okçunun mâlî durumuna göre yapılır. Eğer okçu yoksulsa
durum pâdişâha arz edilir ve ziyâfeti bizzat pâdişâh verir. Ziyâfetlerin
masrafı en az 100 akçadır.

* * *

OSMANLI ORDUSU’NDA OK TÂLİMLERİ

Osmanlı Ordusu’nda ok tâlimlerine çok önem verilir. Ok hafifliğine ve görünüşteki
sâdeliğine göre pahalıya mâl olan ve uzun emek isteyen bir mermi gibidir. Asker
için bunun bir tekini bile boşa atmak züldür. Hele savaşlarda bir tek oku bile
boşa atmak, Türk okçusu içi afvedilmez bir nefs cezâsıdır.

Bayram günlerinde, zafer şenliklerinde, pâdişâh düğünlerinde, şehzâde sünnetlerinde
düzenlenen eğlenceler ve yarışmaların çoğu ok üzerinedir. Fâtih’in
şehzâdelerinin sünnetinde, nişâncıların bir at nalını vurup ortadan
parçaladıkları, yüksek bir direğin başına asılan bir feneri koşarak ok atmak
sûretiyle indirdikleri, polat levhaları deldikleri, 500 m. uzaklıktan oda
penceresi büyüklüğündeki deliklere (~ 1 m. x 1 m.) ok geçirdikleri, bir
dakîkada 90 ok atışı yaptıkları bilinir. Aslında Ordu içinde bir dakîkada 90 ok
atan okçular çoğunluktadır.

Birinci Kosova savaşında zafer okçular sâyesinde elde edilmiş, Fâtih’in Uzun Hasan’la yaptığı
Otlukbeli savaşı da yine Türk okçularının ustalıklarıyla kazanılmıştır.

* * *

YARIŞMA ALANI: OKMEYDANI

Bugünkü Okmeydanı Ak Şemseddîn Hoca’nın arzûsuyla ve Fâtih Sultan Mehmed Hân’ın emriyle
düzenlenmiştir. Fetih sırasında Bizans’lılar şehrin küçük büyük bütün putlarını
Ayasofya’ya doldurmuşlardı. Fâtih bunların san’at yapısı olanlarının bir yerde
saklanmasını istedi. Bir kısmını imhâ ettirdi. Taş veyâ ağaçtan yapılmış büyük
putların 12 tânesi Okmeydanı’nın muhtelif yerlerine dikildi. Yeniçeriler
bunlara ok atarak nişân tâlimleri yaptılar. Putlara atılan ilk oka “Puta
ok” adı verildi. Bu olaydan sonra nişân atışlarında küşâd edilen ilk oka,
kemânkeşler arasında “puta oku” denilmiştir.

Okmeydanı o çağda köşklük, bağlık, bahçelik idi. Burasının yarış alanı olması kararlaştırıldıktan
sonra Fâtih’in vezîri Fâik Paşa, bağ ve bahçeleri satın aldı. Subaşı Midilli’li
Dâvût Beğ’in de bulunduğu bir mecliste herkesin parası teslîm edildi. Bu
istimlâkten sonra meydandaki ağaçlar kesildi, evler yıkıldı, arâzî düzeltildi.
Bir emrî fermân çıkartılarak bu sâhaya bağ, bahçe kurmak, su kanalı açmak, kuyu
kazmak, mevtâ gömmek gibi şeyler kesin olarak yasaklandı. Meydanın bakım ve
gözetimi yeniçeri ağasına verildi.

Târîhçi Ali Efendi’ye göre meydanın hudûdları şöyledir: “Sivrikoz Çardağı yerinden
yıldıza doğru büyük böğürtlene ve incire, Yeniçeri Ağası Karagöz Ağa ile Galata
Kadısı’nın diktikleri taşlara, bu taşlardan Manol Bağı’na, beylik büyük
karlıktan Çakılı Tepe’ye, gündoğusunda Helvacı Karlığı’na, kıbleye doğru
Câferâbâd Bahçesi’nin hendeğine, Atıcılar Tekkesi’nin yanındaki yola kadar olan
saha.” [*7]

Okmeydanı Yarış Alanının Yönetimi

Okmeydanı’nın yarış alanının kendine has bir idâre şekli vardır. Okçuluk Türk’lerde
ordulararası bir yarışma şeklini almıştır. Bu durumda da yarışmaların bir düzen
ve kâide içinde yapılması mecbûriyeti doğmuştur. Bu düzenlemeler kısaca
şöyledir:

Okmeydanı’nı yönetenler dört kişidirler:

1- Kemânkeşler şeyhi

2- Atıcıbaşı 

3- Baş hakem

4- Meydanın dâhilî işlerine bakan şeyh

Bu dört şeyhin emrinde 6şar kişi vardır. Ayrıca havacılar denen ve okların düştüğü yeri tesbît
eden bir kadro da bulunur. Bunlardan başka meydanın bakım ve temizliği için 17
levent ayrılmıştır. Başta bulunan dört şeyh müşterek kararlarıyla yeniçeri ağasından
sonra en çok selâhîyet sâhibi kimselerdir. Bunlar kahramanlıkta, okçulukta,
ilim ve fende ileri gitmiş pâdişâha yakın kişilerdir. Saraya ve sofraya serbest
girip oturabilirler. Yarışçılar arasındaki münâkaşa ve anlaşmazlıkları
hallederler ve verdikleri karar pâdişâh tarafından dahi bozulmaz. Bu dört şeyh
aynı zamanda taş dikmiş olan kimselerdir. Meydan usûl ve âdetlerine uymayan
pehlivanlara evvelâ kemankeşler şeyhinin dışındaki üç şeyh ihtârda bulunurlar.
Okçu bu ihtâra rağmen uslanmazsa vazîyet meydan kemankeşler şeyhine arz edilir,
o da bir nasîhatta bulunur. Eğer kabâhat yine tekerrür ederse bu dört şeyh
toplanır, suçluyu çağırır, kendisine, “Bizimle oturma…” diyerek onu
meydandan kovarlar. Meydandan kovulan okçu bir daha yarışlara giremez, meydan
sâhası içinde yay kullanamaz. Ancak o pehlivan kabâhatini i’tirâf, meydan
kâidelerine uyacağına dâir yemîn eder, dört şeyhin elini öper, şeyhler de onu
afvederlerse bu kere yay üzerine yemîn eder, yayı öpüp başına kor ve böylece
yeniden meydana dönebilir.

* * *

OK VE YAYIN DİLİMİZE KAZANDIRDIĞI TERİMLER

Ok ve yayın dilimize kazandırdığı, bugün dahi anlamını bilmediğimiz hâlde kullandığımız üç
terim vardır. Bunlar,

1- İki dirhem bir çekirdek = Abartılı bir giyimi ve bir yürüyüşü olan kasıntı kimse…

2- Kepâze = Utanılacak bir fiilde bulunan kimse…

3- Çile çekmek = Zor bir işi becerirken eziyet görmek, yapılan bir hatâdan ötürü vicdân azâbı
duymak…

Bu terimlerin asıl anlamları ise şöyledir :

1-İki dirhem bir çekirdek = Aslında altın tartısıdır. Fakat aynı zamanda okların da tartısı
olmuştur.

2-Kepâze = Sert yarış yaylarından çok daha kolay çekilebilen hattâ 5 yaşındaki çocukların bile
çekebilecekleri hâle gelmiş yaylara verilen addır. Bu yaylar yalnız idmanda
kullanılır. Kolların kuvvetini sağlasın diye okçular, her sabah bu kepâze
denilen yayı 100 ilâ 200 kere çekerek idman yapar, daha sonra sert yaya
geçerler. Yayın böylece çekilip bırakılması zamân içinde kepâze sözünün halk
dilinde istihzâ makâmında kullanılmasına yol açmıştır.

3-Çile çekmek = Yayın çilesini çekmek… Çile çekmek sabır isteyen bir iş olduğundan bu mânâda
kullanılagelmiştir.

Açıklamalar:

[*1] gez = 66-70 cm.

[*2] tutam = ~ 10 cm.

[*3] dirhem = 3,5 gr.

[*4] çekirdek = 1 dirhem/4 = 0,875 gr.

[*5] Mızrak başlıklarına yalman denir.

[*6] Motun Yabgu, Oğuz Kağan, Zülkârneyn Yalavaç… (Kağanlık yılları, M.Ö. 209-174)

[*7] O zamanki bâzı işâretler bugün kalmadığından veyâ isimleri değiştiğinden bugün meydanının
nereden başlayıp nerede bittiğini bilmek mümkün değildir. Bu arâzî bugünkü
ölçülerle yaklaşık 400 dönüm (400000 m.²) civârında olmalıdır.

* * *

Ana kaynak : Ok…
Hazırlayan: Tevfik EROL

Tercüman,
21.04.1964-04.05.1964

Ekler: TONYUKUK